Uyku hepimiz için bir dinlenme aracı. Bazen; “bir insan hiç uyumadan 24 saat geçirebilir mi diye düşünüyorum? Yok, yahu ne alakası var, nasıl ayakta dururuz diye düşünürken “ Aramızda yeni anne olmuş olanların “ben ben” sesleri kulağıma geliyor, onların enerjisi hiç bitmemeli değil mi? Uykuyu zaman zaman kaçış olarakda tanımlarım. Mental olarak adeta bir kapanma değil midir? Ya da hafta sonları miskin miskin Netflix karşısında en sevdiğiniz diziyi izlerken gelen tatlı tatlı esnemelerinizi düşünün. Kaliteli uyku, iyi dinlenmiş bir vücudun tanım karşılığı; enerjik ve mutlu insan profilini canlandırır gözümde, nitekimde öyledir. Dinlenmiş bir insan ile uykusuz yorgun insanı karşılaştırdığınızda yorgun olan arkadaşınıza “neyin var “ deriz hemen ya da tam tersi uykusunu almış arkadaşlarımıza ise “maşallah ne kadar enerjiksin deriz ve devam ederiz bende de bu aralar bi halsizlik var “hayrolsun “…
Uyku düzeni şahane olan herkes çok şanslı bence. Akşam yatar, sabah kalkar, düzenli mi düzenli, biyolojik saati tıkır tıkır. Ya uykusuzluk problemi yaşayanlar yani “hayrolsuncular” burada mı?
Dünya sağlık örgütüne (WHO) göre ortalama bir insan fiziksel, duygusal ve zihinsel sağlığını koruyabilmek için 7-8 saat boyunca uyumalı. Uyuyalım elbette hem de deliksiz, bebekler gibi mesela.
Peki, uykusuzluğun çözümü ne? Süt içtik, koyun saydık, bitki çayı tükettik, gün içerisinde çok çalıştık, yorulduk, üstüne de 10 bin adım attık. Sağa döndük yok sola döndük yok üstüne bir de iyice streslendik uyuyamıyorum diye ve kendimizi saatlerce tavana bakarken bulduk.
Hayatınızın bir döneminde bunları dönemsel olarak mutlaka yaşamışsınızdır veya şu an yaşıyor olabilirsiniz. Eminim ki yalnız değilim. Peki, bu olay kronik hale geldiğinde nasıl biz çözüm yolu arardınız? Bu kadar uyku ve uykusuzlukla ilgili kelamda bulunan bendeniz ise; uykusuzluğun kâbusum olduğu son 3 ay içerisinde kah meditasyon kah sağlık kontrolü derken ve bunlardan herhangi bir çözüm yolu bulamamışken okuduğum bir makale “acaba mı?” şeklinde soru işareti oluşmasına neden oldu. “İntolerans kader midir?” Alnımızda ne yazıyorsa o diyemediğim için okumaya başladım ve giderek ilgimi çeken bir konu haline gelmeye başladı.
Vücutta bazı besinlerin yapı taşlarına tam olarak ayrıştırılmaması sonucunda vücutta şişkinlik, uykusuzluk, depresyon, kronik yorgunluk gibi semptomlar oluşabiliyor ve buna da gıda intoleransı deniyormuş. Bu kavram benim için çok yeniydi, aslında vücudun bildiği ama benim henüz bilmediğim de diyebiliriz. Malum vücudumuz her şeyi çok iyi biliyor bize anlatıyor ama biz çoğu zaman “hayrolsun” u tercih ettiğimiz için görmezden gelebiliyoruz. Tabi bende uykusuzluk semptomlarına neden olan gıdaları öğrenmek birinci görevim olmuştu, kendime bu iyiliği yapmanın ise tam zamanıydı yoksa yakında adeta bir zombiye dönebilirdim ki zombi dizilerini ise hiç sevmem.
Bazen kendime de şaşıyorum ve sesli düşünüyorum, şampuan alırken bile saç tipimize göre şampuan alırken, besinlerde neden aynı özeni göstermiyoruz. Arılar bile her çiçekten bal almıyor, her toprakta her tohum yeşermiyor. Her şey her alanda kendini bilmekle başlamıyor mu zaten… Demem o ki; vücudumuzu kırmızı ışıkta daha fazla bekletmeyelim. Yeşilde yanıp geçmesi için tanıyalım, anlayalım, bilelim önlemimizi alalım. Yoksa tavana bakmak inanın çok sıkıcı, güzel rüyalar görmeyi ve mışıl mışıl uyumayı hak ediyoruz bence.